Uluslararası akademik camiada büyük yankı uyandıran bu önemli bilimsel etkinlik, Yeditepe Üniversitesi Biyoteknoloji Topluluğu’nun ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Genetik ve Biyomühendislik Kongresi, dünyanın en prestijli üniversitelerinden gelen bilim insanlarını İstanbul’da bir araya getirdi. Princeton, Cambridge, Oxford, Kyoto ve KU Leuven gibi üniversitelerden gelen araştırmacılar, bilim dünyasında çığır açan güncel çalışmalarını paylaştı.
Türkiye’nin dört bir yanından gelen yüzlerce üniversite öğrencisi, lisansüstü araştırmacı ve akademisyenin katıldığı kongre, bilimsel içeriği ve yüksek katılım oranıyla dikkat çekti. Kongre kapsamında, evrimsel biyolojiden epigenetik mirasa, yapay zeka destekli biyomedikal uygulamalardan kanser biyolojisine kadar geniş bir yelpazede sunumlar yapıldı. Bilimsel üretimleriyle sadece kendi alanlarında değil, birçok disiplinde öncü olan üniversitelerden gelen katılımcılar, laboratuvarlarında geliştirdikleri son araştırma sonuçlarını Yeditepe Üniversitesi’nde paylaştı.
Oxford Üniversitesi’nden Dr. Naveed Akbar, “Kalp krizi geçirdikten sonra vücut kendini onarmaya çalışır. Bu iyileşme sürecinde bağışıklık sisteminin davranışlarını inceliyoruz. Özellikle beyaz kan hücrelerinin bu süreçteki rolü, kalbin ne kadar hasar aldığını ve nasıl iyileştiğini anlamada önemli ipuçları veriyor” dedi.
Hücrelerin birbiriyle haberleşmesine ilişkin de bilgi veren Dr. Akbar, “Vücudun içindeki hücreler, birbirine küçük bilgi paketleri gönderir. Bu mesajları okuyarak, kalpte bir sorun olup olmadığını daha erken anlayabiliriz. Bu, kalp hastalıklarının daha doğru ve hızlı teşhis edilmesine yardımcı olabilir” diye konuştu.
Dr. Akbar, ayrıca diyabet hastalarının bağışıklık sistemlerinin kalp krizi gibi durumlara nasıl tepki verdiğini de araştırdıklarını ekleyerek, “Diyabet hastalarında bağışıklık sistemi farklı çalışabiliyor. Bu da kalp iyileşmesini etkileyebiliyor. Bu süreci daha iyi anlayarak kişiye özel tedaviler geliştirmeyi hedefliyoruz” ifadelerini kullandı.
Belçika KU Leuven’den Dr. Eleonora Leucci, kanserin ilaçlara karşı nasıl direnç kazandığını araştıran çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Kanserin tedaviye direnç göstermesinde, hücrelerin içerisinde bulunan ve genellikle göz ardı edilen bazı özel moleküllerin önemli rol oynadığını anlatan Leucci, bu moleküllerin kanser hücrelerini bağışıklık sisteminden gizleyebildiğini belirtti.
Özellikle cilt kanseri (melanom) üzerinde çalışan Leucci, “Rosalınd” ve “Lısrr” adı verilen moleküllerin, kanser hücrelerini adeta görünmez hale getirdiğini ifade etti. Leucci, “Eğer bu yapıları hedef alabilirsek, kanseri saklandığı yerden çıkarabilir ve tedaviyi daha etkili hale getirebiliriz” dedi. Leucci’ye göre, bu keşif gelecekte kanser tedavisinde tamamen yeni yollar açabilir.
Evrimsel gelişim biyolojisi alanında dünya çapında otorite kabul edilen Princeton Üniversitesi’nden Prof. Dr. Michael S. Levine, “Omurgalıların Kafası Nasıl Evrim Geçirdi?” başlıklı sunumunda, basit canlılardan balık ve kuş gibi omurgalıların nasıl evrimleştiğini anlattı. Vücudun özellikle baş ve sinir sistemini oluşturan genlerin nasıl çalıştığını örneklerle açıklayan Levine, kafa içindeki büyük sistemlerin evrimsel gelişimini genetik bilimi üzerinden ele aldı.
Kyoto Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cantas Alev, bebeklerin anne karnındaki gelişme hızlarının neden farklı olduğunu araştırıyor. Yapay zekâ sayesinde embriyonik gelişim süreci bilgisayar ortamında analiz edilebiliyor. Prof. Dr. Alev, bu sayede genlerin nasıl çalıştığını ve hücrelerin birbiriyle nasıl iletişim kurduğunu daha net gözlemlediklerini; bu çalışmaların hastalıkların nedenlerini anlamaya ve tedavi yöntemleri geliştirmeye katkı sağladığını belirtti.
Epigenetik, yani genlerin çalışma biçimini etkileyen ama DNA dizisini değiştirmeyen kalıtsal mekanizmalar, son yıllarda bilim dünyasında büyük ilgi görüyor. Bu alanda önemli çalışmalara imza atan Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Dr. Eric Miska, genlerimizin sadece anne ve babamızdan aldığımız kalıtımla değil, yaşam tarzı, çevresel faktörler ve hücre içindeki bazı moleküllerle de şekillendiğini anlattı.
Dr. Miska ayrıca, “transpozon” adı verilen ve genetik materyal içinde yer değiştirebilen parçacıklardan da söz etti. Bu parçacıklar, genlerimizin yerini değiştirerek ya da yeni gen ifadelerini tetikleyerek genetik yapı üzerinde şaşırtıcı etkiler yaratabiliyor. Bu durum bazen hücrelerde faydalı değişikliklere yol açarken, bazen de hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
Kongre, genç araştırmacıların dünya bilimiyle doğrudan temas kurmasına olanak sağladı. Katılımcılar sadece sunumları izlemekle kalmadı; atölye çalışmaları, soru-cevap oturumları ve birebir görüşmelerle bilim insanlarıyla doğrudan iletişim kurma fırsatı buldu.
DÜNYA
7 saat önceSİGORTA
4 gün önceSİGORTA
4 gün önceSİGORTA
4 gün önceSİGORTA
4 gün önceSİGORTA
5 gün önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.